4 Aralık 2011 Pazar

acının sınıfı yok


Bütün Füsun Önallarımı üst üste koyuyorum:

aslında hüzündü hepsinin yaşadığı

hayatı denedim
başkaları da hayatı deniyor

herkese özgürlük anne, ama bana da...


Başlıklar ve alıntılardan oluşan hayatımın lahmacundan uzak, limonlu parfeye yakın tarafında yaşadıklarım ancak f.ö. kitaplarındaki -inkılap kitabevi- iri ve kalın puntolar kadar ilgi çekicidir diye düşünmekteyim. Evet, bazen sadece puntolar iri ve kalın.

f.ö. kitaplarından oluşan tepeciğimin üstüne oturup kutular içine kaldırdığım tüm fotoğrafları ve mektupları ("kağıt olsun, pul olsun, damga olsun, üstünde adım yazsın, posta kutusundan çıksın" düşüncelerine gark olduğum günlerden kalan) olur da duygulanırım diye tekrar elden geçiriyorum. Deprem, elektrik kesintisi gibi alaturkalıklarla bölünmeyeceğimden emin, gözyaşlarımı yakın ve sıkıntılı ve bir o kadar iç sızlatıcı günlerimi düşünerek cömertçe akıtıyorum. Tanrım ben ve anılarım ne kadar çaresiziz! Sıklıkla parfeyiz, göz yaşartacak kadar limonuz.

Manzarasız da olsa odamın penceresini gözüme kestirip, kendime bir kadeh Bourbon Viski dolduruyorum. Bileğimi hafifçe çevirdikçe bardağa çarpan buzun sesi, sisli gözlerim ve pencerem ve f.ö. kitaplarım ve mektuplarım ve fotoğraflarımla ben hangi filmden ya da romandan fırlamış gibiyim bilemiyorum. Zaten ben hiçbir zaman hiçbir şeyi bilemedim!

Kaloriferin ısısı ve içkinin verdiği sıcaklıkla alev alev yanan yanaklarım, ellerim ve tüm vücudum sanki acının ta kendisi gibiyken birden aklıma başka acılar, başka kederler geliyor. Dakikalardır baktığım pencerenin dışında, orada, aşağıda, soğuğa rağmen sürüp giden hayatları ve o hayatların kahramanlarını hayal ediyorum. Üşüyenleri ve terk edilenleri ve ağlayanları ve... Kendi acılarıma gömülüp, kendimden başka her şeye bunca duyarsız olmama öfkeleniyorum. Öfke bazen iyidir! Bir yerde okumuştum.

Acı ve öfke yorgunluğu hiçbir şeye benzemez. Bu gece, bu anılar, bu f.ö. kitapları, yemek sonrası espresso üstüne içmeye başladığım viskiler, hortlayan mektuplar ve fotoğraflar...tüm bunlar beni harap, perişan etti tam anlamıyla. Tanrım, hayatın pul bibere uzak, hardala yakın bu tarafında bizlerin yardımcısı ol!

Tanrım, affet ucuz ironiyi!

Béni Soit Le Seigneur!

7 yorum:

nevarnevar dedi ki...

gökdelen pencereleri
iki buzlu viski.
arsız miki
yoksul tiki.

maskara dedi ki...

ay manasız pazar neşemi ekmek gibi emdin. allah senden razı olsun.

tuzbuz dedi ki...

turkcell + ttnet = duble penetrasyon (aka allahim sana geliyorum)

gecelerin yargici dedi ki...

fisun önal'ın 1995 civarı show tv'de sunduğu programın adı neydi, ay çıldırıcam! (sevgilileri dışarı çıkartıp soru sormalı filan) ((saklambaç değil, hayır))

efervesan dedi ki...

lahmacun, limonlu parfe, pul biber, hardal giden gelen bir yol var ya, o yola doğduk biz... aradaki git geller mübah, dönüşler zor. kararlarsa en perişan.

cızırtı dedi ki...

menüde:

barfe
piski
yardal
f.ö.fke

afiyet oldu bana bu.
eline sağlık okok.

yok dedi ki...

sular seller gibi hoşgelmiş okok